dikkat spoiler içerir!öncelikle bir “oh” çekiyorum izninizle. sonunda lost, kendini hatırlattı bu bölümde. üzgünüm ama ezeli amaçlarından birisi dünyadaki her yaşayayan varlığın lost’u izlemesi olan biri olmama rağmen, 3.sezon’da durağanlık ve şaşırtıcı öğe eksikliği nedeniyle bi hayli hayal kırıklığına uğramaktaydım. ama 5. bölüm olan the cost of living ile, geri geldiğini düşünüyorum lost’un, pek mutluyum.evet gelelim bölümümüze;bölümümüz eko-odaklı bir bölüm. öncelikle flashbacklerle başlayalım. din öğesi oldukça yoğundu bu bölümde. zaten eko-yami ikilisinin din içerikli geçmişini az da olsa görmüştük önceki bölümlerde. burada da görüyoruz ki, yami vurulup uçakla adaya düştükten sonra, eko’nun kiliseye döndüğünü görüyoruz. kendini yeni rahip olarak tanıtıyor. ancak öğreniyoruz ki, nijerya’da bulundukları alanda gelen yardım parasının %80’ini, “onları korudukları” için olan bir çete bulunmakta. neyse daha çok uzatmadan, sonuca gelelim. çete önce bi kere gelip, yami ile olan bu %80 anlaşmasının devam etmesini talep ediyor, ve eko onlardan korkmadığını söyleyince, halktan bir kadıncağızı öldürüveriyorlar. daha sonra tekrar geldiklerinde, sevip bağrımıza bastığımız gerçek eko dellenip hepsini öldürüyor ve dışarı çıkıyor kanlı ellerle. tabi tüm halk, yadırgıyor ve sonuç olarak, eko şehirden ayrılıyor. ayrıca içinde cinayet işlenen bir yer olduğu için, kiliseyi de kapıyorlar. burada eko gitmeden, “yami’ye bir kilise borcum var” diyor. böylece o geçen sezondan beri yapılmaya çalışılan kilisenin, yami uğruna olduğunu ve aslında bizim merak ettiğimiz gibi kayda değer bir anlamı olmadığını öğrenmiş oluyoruz.
geri kalan kısmı, yine parça parça inceliyim. sahile bakalım önce. eko ile başlıyor bu sahnemiz. çadırın içinde birden kardeşi yemi’yi gören eko, yemi’nin çadırı ateşe vermesi ile bizimkiler tarafından dışarı çıkartırılıyor. yemi, eko’ya onu bulup günah çıkartmasının zamanı geldiğini söylüyor çadırı ateşe vermeden. dışarıda, charlie‘ye “my brother” şeklinde söyleme çabalarında bulunsa da, tabi charlie anlamayıp geçiştiriyor. tam bu sırada gelen locke, ne olup bittiğini öğrenmeye çalışırken, eko bir anda kayboluyor. bu sahne biraz rahatsız edici geldi bana. çünkü eko orada konuşamayacak kadar kötüyken locke’dan anlıyoruz ki, (ve tabi tahmin de edilebilir) kardeşi yami’yi bulmaya pearl istasyonunun oradaki uçağa gitmiş.
locke da, sayid ve bir kaç kişi ile daha konuşup (şu yeni sinir karakterler paolo ve nikki de var ne yazık ki, hiç alışamadım onlara) pearl ‘e gitmeye ve diğerleri ile kontak kurmaya karar veriyorlar. böylece bir taşla iki kuş olacağını düşünüyor locke, eko’yu da bulmuş olacaklarını.
bu yolculuk sırasında, eko’yu harap bi halde koşuşturmaya çalışırken görüyoruz. yol boyunca da ona ara ara “black smoke” eşlik etmekte. hatırlarsanız, 23rd Psalm adlı 2.sezon bölümünde, bir eko – kara duman karşılaşması yaşamıştık. burada dumanın içinden geçen kamerada eko’nun geçmişinin kare kare gözüktüğünü gördük. o zaman kesin emin olarak bir şey söyleyemiyorduk, tabi hala şimdi de söyleyemiyoruz ama biraz daha detay geldi bu konuya.
yol boyunca, eko’nun yakınından black smoke geçtikten sonra, halüsinasyonlar görmeye başladı geçmişine dair. şimdi burada iki olasılık var. ya black smoke, halüsinasyon görme gibi şeylere yol açıyor. ya da gerçekten fiziksel olarak o hayal edilen kişilerin formunu alıyor. bu konuya birazdan yine döneceğim.
eko yolculuğuna devam ederken, en son bir su kıyısına geliyor ve burada suya bakarken, kendininin yansımasını, yami’yi ve en arkada da black-smoke u görüyoruz. bu sahne önemli çünkü tam o sırada, suyun diğer tarafında bizimkiler geliyor, önce locke olmak üzere. ve locke, bu black-smoke altında suya bakan eko sahnesini görüyor. burası çok ilginç geldi bana. çünkü bir kaç sahne sonra, hepsi uçağın ve pearl hatch’inin oraya gittiklerinde, locke ve eko konuşurken; locke eko’ya olanları gördüğünü söylüyor. ama “parlak-ışık (bright-light)” olarak bahsediyor bundan. oysa eko’nun gördüğü kara bir dumandan ibaret. acaba gerçekten de adanın inanç/sevap/günah gibi bir yargısı mı var? farklı insanlara farklı mı görünüyor? çünkü 1.sezon’da, locke’ı duman yakaladıktan sonra, locke’ın “bırakın beni bişi olmaz” tavırları o an için mantıksız gelmişti. ilginç bir olay, düşünmeye değer!
evet bu sahneden sonra, eko uçağa bakıp yemi’yi göremiyor. ve onu arayacağını söylüyor. locke’da geçen bölümlerde bulduğu yemi’nin haç kolyesini eko’ya verip, hatch’e iniyor.

şimdi biraz hatch ile devam edelim. tekrarlamak istiyorum, irite edici karakterlerimi paolo ve nikki de yanımızda. ne gerek vardıysa onlar diziye dahil etmelerine; hiç ısınamadım üzgünüm. burada, bi şekilde bağlantı kurmaya çalışıyorlar diğerleri ile. sayid kablolar ile oynuyor; bir kaç tek-yönlü kablo, çift-yönlü kablo gibi tüm izleyicilerin, “hmm bak tek yönlü kabloysa kuramazlar tabi” diyebileceği basitlikte konuşma geçtikten sonra, nikki şahane fikirle geliyor karşımıza. “diğer tv leri neden denemiyoruz?”!! sonra diğer tv lerle uğraşıp, bir görüntü elde ediyorlar. promo’dan heyecanla beklediğimiz meşhur tek gözlü karakteri görmüş olduk. yavaşça kameraya yaklaştı, sonra tutup çevirdi, ve kapadı! kim, nerede, kamerayı nereden biliyor, gözüne ne oldu? işte tüm bu sorularla bitti bu sahne.açıkçası sonu çok güzeldi bu sahnenin ancak bu kadar mı kötü gelişebilir pearl’ün içinde olaylar. nikki’nin aralarına kaynaşma çabaları, paolo’nun korkunç aptallıktaki tavırları ve akıl edilemeyen müthiş “diğer tv leri deneme” fikri. üzgünüm, olmuyor. bi kaç kişi daha ölmeliyse, ilk olarak nikki ve paolo’yi aday gösteriyorum!evet dönüyoruz eko’ya. eko, yemi’yi görüyor neticede ve onu takip ediyor. burada halüsinasyon mu yoksa materyel mi sorusu hala açığa kavuşmuyor, ancak bir sahnede, eko yemi’ye günah çıkarmadan önce ona kolyeyi verdiğini görüyoruz. sonra da, günah çıkartmaya başlıyor. yaptığı hiç bir şeyden, öldürdüklerinden pişman olmadığını, verilen yaşamda elinden gelenin en iyisini yaptığını ve kendini korumak için yaşadığını söylüyor. ancak yemi, “kardeşinmişim gibi konuşuyorsun” diye karşılık veriyor. burada, o da duman’ın kardeşinin şeklini aldığını anlıyor.
eko, adanın (duman’ın) beklediği gerçek özürü yanıt olarak vermediği için, yumruk şeklini alan bir duman, eko’yu oradan oraya vurup sonunda öldürüyor. ölmeden hemen öncede, son anda gelen locke’a, “sıra sizde (you’re next)” diyor!!

bence görsel olarak izlemesi pek keyifliydi bu sahneyi. yumruk halini alması da hoş bir fikir olmuş. ayrıca eko’yu öyle tutabiliyorsa, gayet de materyalize olabiliyor gibi bir yorum yapabiliriz. kate’in at’ını, jack’in babasını, hurley’nin dave’ini ve bunun gibi daha bir çok şeyi de bu mantığa bağlamak olası. tabi lost’ta kesin diye bişi yoktur, görücez bekleyip.şimdi de, bu bölümün kanımca en keyifli anlarının geçtiği diğerlerinin yanına dönüyoruz. kapatıldığı odada spor yapan bir jack ile başlıyor bu sahneler. içeri giren ben, ona giymesi için kıyafet veriyor ve gelmesini söylüyor. promo’lardan da burada geçen bölüm sun tarafından öldürülen colleen’in cenazesine gideceğini görmüştük. yalnız ben tam dışarı çıkarken, jack çok güzel bir girişle, “canın acıyor mu?” diye sorgulamaya başlıyor. bu sahne çok başarılıydı bence. ilk kez, benjamin’i korkmuş, şaşırmış ve donup kalmış şekilde gördük. jack’in ben’de olan tümörü biliyor olması, tüm planlarını yıkmış gibi davrandı ben. ve ilk başta böyle bir şey olmadığını söyledi.
ancak daha sonra ben’in anlattıklarından öğreniyoruz ki, aslında amaçları, jack’in güvenini kazanıp, ben’i ameliyat etmek istemesini sağlamakmış. yani bunu bir görev veya zorunluluk gibi değil, ölmesini istemediğinden yapmasını istiyorlarmış. bu sahnede, juliet‘in eski karısına olan benzerliğine dikkatimizi çekti ben ama açıkçası ben anlayamadım tam. yani jack’i daha kolay ikna edip güvenlerini kazanmaya mı yarayacak bu benzerlik? neyse sonuç olarak, ben jack’in ameliyat konusunda bir düşünmesini istiyor. sonra da yine pek hoş bir din göndermesi vardı. ben, jack’e “allah’a inanıyor musun?” diye bir soru yöneltti ve jack’in “ya sen?” cevabına karşılık, “tümörüm çıktıktan iki gün sonra, adaya bir omurilik cerrahı düştü, daha ne bekleyebilirim ki?” şeklinde bir cevap veriyor. hoş bir detaydı.
neyse son olarak, geldik bu bölümün bence en başarılı sahnesine. juliet ve jack arasında geçen bu müthiş sahnede, hem beklemediğimiz bir şey görüyoruz; hem de o kadar iyi bir şekilde verilmiş ki bu! Juliet, Jack ile ben arasındaki ameliyat konuşmasından sonra, ona izlemek için bir film getirdiğini söylüyor. hemen alevlenen jack, izlemeyeceğini söylerken, juliet bunu izlemek isteyeceğini söylüyor. to kill a mockingbird (bülbülü öldürmek) adlı filmi taktığını söylüyor. ve işte bu an pek keyifli sahnemiz başlıyor. video’da, juliet’i elinde tuttuğu kartlarla görüyoruz. kartların ilkinde, “ben bir yalancı” yazıyor. ve bu kartlar juliet’in gerçek düşüncelerini anlatırken, juliet tamamen ameliyat’ın önemi ve ben’i kurtarmaları gerektiğini söylüyor gerçekte. böylece video, juliet’in düşünceleri şeklinde iş görüyor ve aynı anda hem söylediklerini duymak hem de gerçek düşüncelerini okumak çok keyifliydi. buyrun video’da yazanlar;
* “Söylediğim hiç bir şeyi kaale alma.” (Ignore everying I’m saying.)* “Ben bir yalancı.” (Ben is a liar.)* “Ve çok tehlikeli.” (And he is very dangerous.)* “Bazılarımız, değişim istiyor.” (Some of us want a change.)* “Ama bir kaza gibi görünmesi gerekiyor.” (But it has to look like an accident.)* “Onu kurtarmaya çalışmışız gibi görünmesi gerekiyor.” (It has to look like we tried to save him.)* “Ve bu tamamen sana bağlı Jack.” (And that’s up to you, Jack.)
* “Çok komplike bir ameliyat ve kimse ne olduğunu bilemez.” (It’s a complicated surgery. No one would ever know.)* “Ve ben seni korurum.” (And I would protect you.)* “Şimdi bana filmi kapamamı söyle.” (Now tell me to turn off the movie.)

Evet böyle şahane bir sahne izledik, ve Jack filmi kapayıp gitmesini söyledi juliet’e. Juliet’de tam giderken, bana güven dedi. Ama benim endişem, bunun tamamen bir oyun olabilme ihtimali? Jack’i deniyor olabilirler? Neye güveneceğimizi şaşırdık!Gerçi Jack, asla böyle bir şey yapmaz gibi geliyor bana. doktorluk ve yaşam konusunda ne kadar hassas olduğunu biliyoruz. He will fix ben!Evet, geldik sona; the cost of living bence bu sezonun en iyi bölümüydü şimdilik. Eko hikayesi, Juliet – Jack konuşması ve Hatch’de gördükleri yüz en önemli noktalardı. Önümüzdeki hafta, kış sezonunun son bölümünü izleyeceğiz. sonra araya 12 haftalık bir ara giriyor biliyorsunuz. Önümüzdeki bölüm, iyi olmak durumunda! :)Alalım yorumlarınızı?